Kendini Aldatan İnsan
Kendini Aldatan İnsan
Toplumsal gerçekliğin temel kurucu
unsurlarından biri de güvendir. Yolda yürürken birinin bizi öldürmeyeceğine, gasp
etmeyeceğine dair bir güvene sahibizdir. Güvenin yok olduğu bir gerçeklik,
Hobbes’un doğa durumu anlayışına benzer. Böyle bir dünyada herkes, öncelikle
bir tehlike olarak görülür. Tehlikenin olmaması ise arızi, istisnai bir
durumdur. Sinemada buna dair en güzel örneklerden birisi Mad Max
serisidir. Bu evrende hayatta kalmanın birinci kuralı güven değil, şüphedir.
Çocuklukta bu güven duygusu nispeten
çok daha yüksektir. Fakat basit tecrübelerle dahi sarsılmaya başlayabilir.
Örneğin temel bakım konularındaki eksiklikler ve sevgi konusundaki
yetersizlikler çocuğu daha güvensiz hale getirebilir. Ancak başta eğitim süreçleriyle,
toplumsal alana dair güven, çocuğun disipline edilmesiyle kazandırılır.
Normalde dünyaya dair genel güven duygusu oldukça kırılgandır. Örneğin trafikte
ölen ve yaralanan insanların çokluğu ile trafikte bir şey olmayacağına dair
günlük güvenimiz arasında ciddi bir tezat vardır. Yaya geçidinden geçerken, bir
buçuk tonluk bir aracın içindeki kişinin duracağına güvenmek ne kadar makuldür?
Pek de makul olmadığına dair elimizde çok sayıda veri var aslında. Fakat kendimiz
veya bir yakınımız yaşayana kadar felaketler hep başkalarının başına gelen bir
şeydir. Başına bu tarz felaketler gelen insanlar ise bu güven duygusunu kısmen veya tamamen
yitirir.
Güvenimizi sarsan temel şeylerden
birisi ise diğer insanlarla kurduğumuz ilişkilerde kandırılmaktır. Örneğin söz
verip tutmayan ebeveynler, çocukların güven duygusunu ciddi sarsarlar.
Büyüdükçe, dünyadaki birçok farklı insan bizi aldatır, kandırır. Aldatma ne
kadar büyükse güve kaybı da o kadar derin olur. Tekrar güvenmekte, topluma adapte
olmakta zorlanırız. Bazen de yalanın, aldatmanın gücünü fark ederiz. Bunu anlatan
en basit ama etkili yapımlardan biri, Ricky Gervais’in The Invention of
Lying filmidir. Film tamamen güvene dayalı bir topumda yalan söylemenin
gücünü keşfeden bir adamın hikayesini anlatır. (Filmin temel kusuru, yalan ile
yanlış arasında bir fark gözetmemesi ve toplumdaki bireylerin asla yanlış
yapmayan bir yapıdaymış gibi resmedilmesidir). Çocukluktan itibaren bazılarımız
yalanın gücünü daha iyi fark eder ve bunu kullanır. Bazılarımızı ise toplumsal
süreçler nedeniyle aslında bir nevi hayatta kalmak için yalana yönelir. Yalancılar
toplumsal yaşantımız için bir tehlike unsuru olsa da belli bir tür yalancı çok
daha tehlikelidir: Kendini aldatan insanlar.
Sıradan bir yalancı, yalan
söylediğini bilir. Profesyonel ve merhametsiz yalancılar nispeten azdır fakat
çok tehlikelidirler. Ama olağan bir yalancı için hayat zordur çünkü gece
kafayı yastığa koydukları zaman insanları kandırdığını bilirler. Ancak bazı
insanlar kendisini de kandırdığı için aslında bize yalan söylediklerini düşünmezler. Seinfeld’in ikonik karakteri George Costanza’nın dediği
gibi: Eğer inanırsanız, o şey yalan olmaz. “Kendini kandırma veya aldatma”
günlük dilimize yerleşti diyebiliriz. Gördüğümüz gibi popüler kültürde dahi yer
edinmiştir. Fakat biraz durup düşündüğümüzde, bunun felsefi açıdan oldukça
tuhaf bir durum olduğunu fark edebiliriz.
Lisans yıllarımda felsefi bir
problem olarak bu durumla ilk defa Zeynep Talay Turner Hocanın sunumu sayesinde
karşılaşmıştım. Hoca daha sonra bunu bir makale olarak da kaleme aldı: Self-deception
as a Philosophical Problem.[1]
Aldatma fiili normalde iki farklı özneyi gerektirir. Örneğin Bayan Nilüfer “p”
önermesine inanan birisini kandırarak ve onun inancını “~p” olarak değiştirebilir.
Fakat Bayan Nilüfer kendisi “p” önermesine inanırken, nasıl olur da aynı anda kendisini
kandırıp ve “~p” önermesine inanmaya başlamakta? (Buna dair okunacak en güzel
şeylerden birisi de Sartre’ın Varlık ve Hiçlik kitabındaki Kendini
Aldatma bölümü ve oradaki verdiği garson örneğidir).
İkili ilişkilerde en tehlikeli insan,
kendini kandırandır. Çünkü bu kişiler, karşıdakini çok daha rahat kandırır.
Üstelik bu kandırmaya dair hiçbir vicdani sorumluluk da duymazlar. İnsanın en
temel duygularından biri olan güveni en çok sarsan da kendini kandıran
birisinin bizi kandırdığı durumlardır.
Peki kimlerdir bunlar, toplumdaki örnekleri nelerdir? Öncelikle, kült örgütlerin liderlerinin çoğu bu gruba girerler. Kendilerinin seçilmiş kişi (mehdi, mesih vb.) olduğuna inanırlar. Dolasıyla başka insanları da daha kolaylıkla inandırırlar. İnançlarımızı edinmemizin temel sebeplerinden biri de güvendiğimiz insanların kesin inançlarıdır. O insana güvendiğimiz için, onun inancını paylaşmaya meylederiz. Örneğin etrafımızda temyiz yetisine güvendiğimiz insanlar astrolojiye inanıyorsa biz de inanmaya meylederiz. Benzer şekilde, bazı siyasi liderler de kendilerini kandırarak kitleleri peşlerinden sürükler. Bazı düşünürler de gene bu gruba dahildir. Bu insanların ortak noktası, kendilerini kandırmalarıdır. Böylece, "yalan söylemeden" insanları aldatırlar.
Ancak bu kişiler yalnızca toplumsal
figürlerden ibaret değildir. Aynı durum, ikili ilişkilerde de sıkça karşımıza
çıkar. Kendini kandıran bir kişiye değer verdiğiniz zaman kolayca onun
aldatmasına kanarsınız. Fakat bu kişi kendisini de aldatıyorsa muhakkak ki siz
de onun tarafından aldatılırsınız. Bu aldatma durumu, yani yalan ortaya
çıktığında ise yaşanacak yıkım oldukça büyük olur. Güven duygunuz paramparça
olur, dünyaya anlam ve değer verme yeteneğiniz zarar görür. Ve insan için felaket
kapıyı çalar: Nihilizm. Üstelik hem sizi hem kendini aldatan kişi bu durumdan
rahatsız olmaz çünkü aslında o da kurbandır. Ortada kasıtlı bir şey yoktur.
Böyle bir durumda içinizde bir çöl
oluşturur. Çünkü bu tarz bir aldatılma diğer yalanlara benzemez, sizi çepeçevre
sarar. Ve çölün kötü bir huyu vardır: Çöl büyür; vay haline içinde çöl
saklayanın!
Yorumlar
Yorum Gönder