Koca Bir Saçmalık
Koca Bir Saçmalık
Malum olduğu üzere lise yıllarında
matematik konuları zorlaşır, eğer öğrenci ipin ucunu bir kaçırırsa derste
işlenen konuları anlamamaya başlar. Tahtada ve kitapta bazı sayı ve semboller
vardır, onlardan başka sayı ve semboller çıkmaktadır. Çelişmezlik ilkesi
sayesinde yaptığımız bu işlemleri anlayamamak öğrenci için başta rahatsızlık
yaratır, eğer üniversite sınavı gibi pragmatik sorunları yoksa zamanla o da anlayamamaya
dair kayıtsızlık yaşayabilir. Fakat öğrencide, anlayamama süreci ilk başladığında
hala iş işten geçmediyse, Aristoteles’in dediği gibi bir merak duygusu uyanabilir.
Nasıl olur da A’dan B çıkmaktadır sorusunun peşine düşüp matematik ile ünsiyet
kurabilir. Ne de olsa hocası “matematikte nedensiz” hiçbir şey olmadığını
garanti etmektedir. Fakat bu öğrenci matematiğini ilerlettikçe matematikte de
bazı sorunlar olduğunu öğrenir. Bazı matematik problemlerinin çözümü olmayabileceği
ve hatta çözümü olup olmadığına dahi karar veremeyeceğimiz problemler olduğunu
görür. Örneğin Logicomix[1]
çizgi romanının da yazarı olan Apostolos Doxiadis’in roman kahramanı Petros Amcanın
hikayesi buna güzel bir örnektir. Bütün hayatını Goldbach Sanısı diye anılan
tek bir matematik problemini çözmeye adamıştır bu matematik dehası karakter ama
yolun sonunda elinde ne çözüm vardır ne de problemin çözülüp çözülmeyeceğine
dair bir ispat vardır.[2]
İşte bu evrede insanı bir kaygı sarar. Çünkü anlam veremediği, aklının çaresiz
kaldığı bir durumla karşı karşıyadır. Matematikteki her problemin çözüleceğine
dair Gödel’den önce edindiği inancına sarılabilir ve o inanç onu teselli
edebilir. Veya bu absürd durumu kabul eder ve kaygılı biçimde yaşamaya devam
eder.
Fiziki
gerçeklikte de benzer bir süreç yaşarız. Yerkürede sürekli bir şeyler
olmaktadır ve akıl sürekli kulağımıza her ne oluyorsa bir nedenle oluyordur
diye fısıldamaktadır. Çağımız bazı bilim adamları aklımızın bu fısıltısını, sanki
kesinlik arz ediyormuş gibi bize sunar. O yüzden yerkürede olan her şeyin nedenini
bilmemekle birlikte ya birileri biliyordur ya da birileri bilecektir deriz.
Eğer nedenlere dair merak duygumuz çok artarsa onların peşinden koşan bilim
adamlarından birisi olabiliriz (Akademide kadro bulmak gibi her türlü somut sorunu
paranteze almayı unutmayın bu satırları okurken). Fakat hem bilimde ilerledikçe hem de bu alanın
felsefesi ile ilgilenmeye başladıkça pekâlâ dünyanın bizim beklediğimiz gibi
düzenli olmayacağı veya bizim onu bilmemize dair sınırlılıklar olabileceğini
gibi düşünceler üşüşebilir. Gene evren düzenlidir ve insan onu bu düzen üzere
bilebilir şeklinde özetleyeceğimiz inancımız bizi teselli etmek için yanı
başımızda durmaktadır. Fakat inancımız sarsılırsa kişide kaygı tekrar
uyanabilir.
Ama
mantık, matematik veya bilimlerden kaynaklı kaygıların dozu nispeten düşüktür.
Esas kaygı aklın bize dayattığı başka bir yerden gelir. Dünyadaki şeylerin bir
manası olması lazım, dünyanın bir manası olması lazım. Her şeyin nedenini
bilsek dahi şu sorun bakidir: Niçin? Dünya esasında bizim için manalarla dolup
taşar. İnsan yerküreyi zaten mana ile dünyaya çevirir. Fakat insan iki cihetten
manaya dair krize girebilir. İlki Tanrı ile ilişkisi açısından ikincisi ise diğer
insanlarla ilişkileri açısından. Her ikisinde de önce kişiyi merak sarabilir ve
bunları araştırmaya başlar. İlkine dair mana krizinde kişi teolojik metinlere
veya her türlü spiritüel anlayışa merak sarabilir. Cevap bir yerde vardır, kendisi
bilmiyorsa bile birileri biliyordur, onlardan öğrenebilirim diye düşünür. Birilerinin
bilmesine dair inanç abes değildir ama sorun hala önümüzdedir: Ben nasıl o
bilgiyi tevarüs edeceğim? İnsanlara dair krizde ise doğa bilimlerindeki gibi
bir beklenti oluşur. Örneğin sosyal ve beşerî bilimler ile felsefeyi yeteri
kadar öğrenirse insan davranışlarını anlayabileceğini düşünür. Yahut insana
dair diğer anlatılara sarılabilir. Örneğin astroloji çoğu insan için mana
krizine bir çözüm işlevi görmektedir. Bir dini inanç kişiyi çepeçevre sarıp karşılaştığı
manasızlıklara anlam verir: “Bunu yaptı çünkü aslan burcuydu”.
Fakat insan hayatı somut biçimde
yaşarken mana veremediği çok sayıda hadise meydana gelir. Bu konuda en ciddi
sıkıntılardan birisi insanlar onu üzdüğünde, kırdığında veya ona kötülük
yaptığında ortaya çıkar. “Peki ama niçin” sorusu kafasında dönüp durur ta ki
hayatın uğraşları onu düşünemeyecek hale getirene kadar. Şairin dediği gibi:
“Unutmak kolay mı?” deme
Unutursun Mihriban’ım.
Oğlun, kızın olsun hele
Unutursun Mihriban’ım.
Düzen böyle bu gemide;
Eskiler yiter yenide.
Beni değil, sen seni de
Unutursun Mihriban’ım.
Lakin bazen de Şairin dediği gibi
olmaz, manaya dayalı kaygı süreklilik arz eder. Kişi için ontolojik, varoluşsal
bir krize bile yol açabilir. Yas sürecinin takılı kalmasında melankoliye
düşmemiz gibi bir durum gerçekleşir. Kafamızda sürekli bunun bir manası olmalı
deriz. Ne bilimsel açıklamalar ne de astroloji gibi alanlar kişiyi tatmin
etmeyebilir. Böyle olunca Camus’nun absürd tanımındaki durumla karşılaşırız:
Absürd, insanın haykırışına karşı
dünyanın sebepsiz bir sessizlikle yanıt vermesinden doğar.[3]
Hayatımız boyunca büyük veya küçük
böyle birçok hadise yaşamışızdır ve emin olun yaşamaya da devam edeceğiz. “Ama niçin”
diye haykırdığımızda dünyayı ve insanları karşımızda tamamen sessiz bulabiliriz.
Kırgınlığınız, üzüntünüz o kadar fazladır ki inançlarınız veya bilgileriniz bize
teselli olmayabilir. Ya bu yaşadıklarımın bir manası yoksa? Mary Doria Russell Serçe
romanında, kahramanı Peder Emilio Sandoz’un trajik bir hadise yaşar.[4]
Bu trajediden sonrasını anlatan Tanrının Çocukları adlı ikinci kitabın
başında Tanrı’ya hala niçin inandığına dair şöyle bir açıklama sunar:
Ancak, bir dolu eski halk hikâyesini
gereğinden fazla ciddiye alan, kandırılmış bir maymundan fazlası değilsem, o
halde tüm bunları benim ve yanımdakilerin başına ben açmışım demektir. Bana
kalırsa ateizmle ilgili sorun şu ki, bu şartlar altında kendimden başka hor
göreceğim kimse yok. Diğer yandan, eğer Tanrı’nın acımasız olduğuna inanırsam,
bu durumda en azından Tanrı’dan nefret etmek bana teselli olur.
Yerküre veya matematiksel
gerçeklikteki sorunlardan kaynaklanan kaygı, dünyanın sessizliğinin yarattığı manaya
dair kaygının yanında oldukça zayıftır. Bu sebeple insanlarla ilişki kurmak (Tanrı
ile ilişkiler hariç) diğer her alanda bizi çok daha fazla kaygılandırır. Kimi
zaman belli koşullar altında tayin ettiğimiz manalar (karşıdakinin burcuna suç
atmak veya psikolojik bir tanı koymak gibi) veya daha yüce bir mana veya
hayatın akışı bizi teselli ve tatmin edebilir. Bazen de hissettiğimiz şey “koca
bir saçmalık” olur.
Yazıyı yazarken arkada çalan şarkı:
Jakuzi - Koca Bir Saçmalık
https://www.youtube.com/watch?v=KCHfypkdUL0
Şarkının sözleri:
Nasıl birisin
Beni böyle üzebilirsin
Sanki her şeyi denedin
Kalabilirsin, pekâlâ gidebilirsin
Daha değersiz hissettiremezdin
Çünkü ben ne zaman bir şey istesem
Bana verilen koca bir saçmalık
Bilirsem hata nerede bilirsem
Hiç şaşırmam kafamı şişirmem
[1] Apostolos Doxiadis ve Hristos H. Papadimitriu, Logicomix, çev. Özge
Özgür, İstanbul: 2012, Albatros Kitap
[2] Apostolos Doxiadis, Petros Amca ve Goldbach Sanısı, çev. Devrim
Denizci Çavuş, İstanbul: 2019 The Roman
[3] Albert Camus, Sisifos Söyleni, çev.
Tahsin Yücel, İstanbul: Can Yayınları,
Maalesef Tahsin Yücel’in çevirisi benim için
pek anlaşılır değildi bu sebeple İngilizcesinden çevirdim alıntıyı. Sözün orijinali:
"L'absurde naît de cette confrontation entre l'appel humain et le
silence déraisonnable du monde."
Sebepsiz diye çevirdiğim “déraisonnable
/ unreasonable” sözcüğü mantıksız, anlamsız vb. muhtelif kelimelerle
çevrilebilirdi fakat yazının bağlamı itibariyle sebepsiz demek işime geldi.
[4] Mary
Doria Russell, Serçe, çev. Emil Keyder, İstanbul: Metis
Yorumlar
Yorum Gönder