Büyük Filozoflar ve Zihnin Kastrasyonu
Büyük Filozoflar ve Zihnin Kastrasyonu
Bir lisansüstü öğrenci için en önemli sorunlardan birisi danışman seçimidir. Danışman elbette her şey değildir fakat çalışmanın yürütülme sürecindeki yetkileri ve imkanları itibariyle öğrencinin düşünsel serüveni için hayati önemi haizdir. Bu bilhassa da doktora tezi yazacak öğrenci için böyledir çünkü doktora tezi uzun senelere yayılan bir çalışmadır ve akademik hayatta belki de en önemli dönemeçtir. Doktora derecesini alan kişi mahiyet itibariyle akademik açıdan ehliyet sahibi olmuş demektir. Üstelik doktora tezi diğer çalışmalardan farklı olarak bir ömür peşinizi bırakmaz. Her daim kişi onunla anılmaya devam eder. Danışman hoca da böyledir. 30 sene sonra dahi “x hocayla birlikte doktora çalışmasını yazmıştı” diye söylenir. Hocası olarak doktora danışmanı anılır. Bu sebeple doktora tez danışman seçimi öğrencilerde hem kaygı hem de heyecan uyandırır.
Öğrenciler arasında genel bir temayül olarak alanın en meşhur isimleri ile doktora tezi yazma hevesi vardır. Bu gayet makuldür çünkü danışmanın karizması tez yoluyla öğrenciye de aktarılır. Bu süreç bir nevi otorite transferidir. Fakat sistematik fikirleri ve projeleri olan hocalarla tez yazmanın bir riski vardır: Zihni kastrasyon. Hoca ne kadar büyük ve ne kadar kendine has bir sistemi varsa öğrencinin bunun içinde kaybolması, zaten cılız olan sesini iyice kaybetmesi riskidir bu. Böyle bir durumda üç farklı ihtimalden söz edilebilir:
İlk ihtimal öğrencinin uğradığı zihni kastrasyon sonucu hocaya tamamen ittiba etmesi, hocanın bir takipçisi veya daha çok mukallidi olmasıdır. Öğrenci kendi düşünme kapasitesini yitirir. Sadece hocası gibi düşünmeye başlar. Hocanın projesinin içinde bir tuğlaya dönüşür. Bir şey düşünürken “hocam olsa nasıl düşünürdü” diye düşünmeye başlar. O artık bağımsız bir birey olma vasfını düşünsel açıdan yitirmiştir.
İkinci ihtimalde öğrenci, ilk öğrenci kadar farkındalığı düşük değildir. Hocasının fikirlerini papağan gibi tekrarlamak onun kabul edebileceği bir şey değildir. Fakat bir çıkış yolu da bulamamıştır. Ne zaman bir şey hakkında düşünmeye çalışsa “sanki hocası omzunun üstünden ona bakmaktadır.” Gadamer’in Heidegger için söylediklerine bakabilirsiniz. Gençliğinde uzun süre eser verememesinin temel sebebi Heidegger’in onu zihni anlamda kastrasyona uğratmış olmasıdır.
Üçüncü ihtimal ise er ya da geç öğrencinin, hocasına rağmen kendi yolunu açmasıdır. Bu yol hocanın büyük projesinden geri adım atıp, mütevazı ama kendisine ait bir proje ya da bir biçimde hocasını aşarak hocasına rağmen kendi fikirlerini geliştirmek suretiyle olabilir. Hakikat ve Yöntem kitabını 60 yaşında yazan Gadamer bu duruma da örnektir. Fakat bu zihni kastrasyon meselesi sadece tez danışmanı konusunda yaşanmaz. Okuduğumuz filozoflar da böyle bir tehlike arz ederler. Bazı filozofların metinleri sizi dışarıya çıkışı olmayan bir kürenin içine çeker. O fikri küreler, penceresiz birer monad gibidir. Bu durum bizzat filozoftan veya bir filozofun dogmatik biçimde sistematikleştirilmesinden kaynaklanabilir. İlkine örnek olarak Heidegger, Hegel, Wittgenstein ve Yalçın Koç gibi filozofları sayabiliriz. İkincisine örnek olarak ise "Platonculuk" gösterilebilir. İlk gruptaki filozoflarla bilhassa erken yaşta, felsefi çıraklık yıllarında karşılaşmak tehlikelidir. Mesafe koyacak kadar zihni olgunluğa erişmeyen öğrenci bu filozofların metinlerini okumaya başladığında bir girdabın içine düşer ve zihni kastrasyona uğrayabilir. Yukarıdaki ilk iki duruma yani kötü bir mukallite veya üretemeyen, düşünemeyen bir simaya dönüşebilir. Platonculuk için de benzer bir durum vardır. Platon’un diyalogları genç felsefe öğrencileri için şahane metinlerdir, öğrencinin düşüncesini kamçılarlar. Fakat Platon ile Platonculuk üzerinden ilişki kurulduğunda ilk gruptaki filozoflarla benzer bir durum yaşanabilir. Her iki durumda da mukallit tavrı benimseyenler kendilerini kibir ile dışa vururlar.
Örnek olarak Platoncuların, “Aristoteles Platon'u anlamadı” savını ele alalım. Platon 7. Mektupta "Benim bu mesele üzerinde yazılmış bir eserim yoktur, olmayacak da; çünkü bunlar, öteki bilimler gibi söz kalıbına sokulamaz." diyor. Şimdi günümüz Platonculuğu bu pasajı sık sık alıntılıyor ve Aristoteles'in Platon'u yanlış anladığı veya anlamadığı konusunda ısrar ediyor. Hakiki fikirlerini yazmayan Platon ile Akademi'de 20 sene geçiren Aristoteles, Platon'u yanlış anlamış veya anlamamış ama yazdıkları üzerinden yazmadıklarını anlama kabiliyetine sahip olan Platoncular, Platon’u doğru anlamış ve Aristoteles’i küçük görecek seviyeye ulaşmış. Neden Aristoteles Platon'u gayet iyi anlayıp, bile isteye yolunu değiştirmiş olmasın? Fakat Platoncunun kibri burada tekrar devreye giriyor. Eğer Platon’u anlasaydı onu kabul ederdi, kabul etmediğine göre hakkıyla anlayamamış.
Hülasa öğrenci kendi zihni gelişimini korumalıdır. Büyük bir filozof olmak yolunda gideceğim diye büyük filozofların kendisini zihni açıdan kastre etmesine izin vermemelidir. Felsefi düşünme bir öğreti değil bir eylemdir. Bu eylemi gerçekleştirmek için her zaman sağlıklı bir mesafeye ihtiyaç vardır. Baktığımız filozofa ne çok yakın olmalı ne de çok uzak.
Yorumlar
Yorum Gönder