İnsanlar Neden Aldatır veya Tüketim Mantığı


İnsanlar Neden Aldatır veya Tüketim Mantığı


İnsana dair çok çeşitli tarifler vardır: Homo Sapiens, Homo Economicus, Homo Narrans, Homo Ludens, Homo Academicus, Homo Semioticus, Homo Esteticus vb… Toplumsal bir varlık olarak insan aynı zamanda Homo Fidens yani Güvenen İnsan olarak da resmedilebilir. Çocukluğun alamet-i farikalarından birisi güvendir. Dünyaya geldiğimizde güvene dair masumiyetle yetişiriz fakat tecrübe kazandıkça bu masumiyetimiz gittikçe kaybolur. Fakat yine de yetişkin hayatımızın en temel bileşenlerinden birisi elbette güven olmaya devam eder. Diğer insanları kandırmayı meslek edinen dolandırıcılar bile kendi aralarında bir güven ilişkisiyle iş yaparlar. Hülasa toplum ontolojinde güven temel kavramlardan birisidir

Fakat yine de hayatımız boyunca birçok kez kandırılırız ve aynı zamanda başka insanları kandırırız. Örneğin günümüzde enflasyon kaynaklı fiyat istikrarı kaybolmuş bir ekonomik hayatın içinde yaşayan bizler, mal ve hizmet satın alırken düzenli olarak aldatılıyoruz. Elbette her birimiz iyi niyetle bile olsa bazı yalanlar söylemiştir. Hiç değilse bazen birileri üzülmesin diye yalan söylemeyen yok gibidir. 

Ama bazı yalanlar, kandırmacalar bizi derinden sarsar ve güven duygumuzu zedeler. Dünya ile daha masum bir güven ilişkisi kuran çocukların ebeveynleri tarafından kandırılmaları genellikle karakterde yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Yetişkinlikte de yakınlarımızın, sevdiklerimizin bizi kandırmaları, dışarı bir esnafın kandırmasında mahiyetçe farklıdır. Sevdiğimiz birinin bizi kandırması dünyaya ve insanlara dair kavrayışımızı sarsar. Ruhumuzu yaralar. Ve daha üzücüsü, aldatılan insan, aldatmaya daha meyilli olabilir. Aldatmayı bir ilişki biçimi olarak benimseyebilir. Genel karma inancına göre, “insan yaşattığını yaşamadan ölmezmiş” lakin bence “insan yaşadığını yaşatmadan ölmez” sözü ilkine göre daha doğrudur.

Sosyal medya yazılanlara bakılırsa romantik ilişkilerde aldatmak / aldatılmak ya çok yaygınlaştı ya da konuşulur olduğu için görünür oldu. Romantik partnerler arasında dünyanın kalanında farklı bir yakınlık, sevgi ilişkisi vardır. Badiou’nun tabiriyle aşk insanın başına gelen bir şeydir ve kişi aşka sadakat gösterebilirse özne haline gelir. Aynı şekilde aksi davranış yani aldatmak hem karşıdakine hem aşka hem de kendine ihanet etmektir. Fakat insanlar neden aldatırlar? Elbette sosyal bilimlerin farklı alanlarından çok sayıda açıklama ortaya atılabilir. Ben de burada felsefi bir fikirden hareketle bir açıklama sunmaya çalışacağım. 

Aldatan kişi arzusunun peşinden gittiğini söyleyebilir. Bu yaygın bir açıklamadır. Sonsuzlukla sıkı bir ilişki içinde olan arzu, Hegel’e göre en azından iki farklı sonsuzluk açısından düşünülebilir. Birincisi kötü sonsuzdur. Hegel bunu aritmetik sonsuzluk ile anlatır. Herhangi bir sayıya her zaman artı bir eklenebilir ve bu ekleme işi sonsuza kadar gider. Bu sonsuz, potansiyel bir mahiyete sahiptir. Yani aktüel olarak var değildir. Arzusu kötü sonsuza düşen kişi hep başka bir şeyi arzular. Arzuladığı şeyi elde etmeyi ister, elde edince ve nesne tatmini oluşunca bir başka şeyi arzular. Burada kişi değil şey dememin sebebi, arzusu kötü sonsuza düşmüş kişi için dünya öznelerden değil nesnelerden oluşur. 

Tüketim mantığı da benzer bir zemine sahiptir. İhtiyaçlarımızın çok ötesinde olan biçimde tüketmek için kişinin arzusunun kötü sonsuza düşmesi gerekir. Markaların her sene yeni model çıkarması bunun güzel bir örneğidir. Bir nesneyi arzularız, satın alırız, nesne tatmini oluşur ama yeni çıkan model ile arzumuz eski nesneden uzaklaşır. Artık arzuladığımız yeni bir nesne vardır. Kötü sonsuza düşmüş insan yaşadıkça yeni modeli elde etmeyi arzular. Hiçbir değişiklik olmasa dahi yeni model onun olmalıdır. Çok sayıda nesneye sahip olsa da yeni nesnelere de sahip olmalıdır. 

Arzusu sahici bir sonsuzluğa doğru yönelen kişi için ise durum farklıdır. Nasıl ki kötü sonsuz aritmetik bir modelle düşünülüyorsa sahici sonsuz da geometrik bir modelle, dairevi olarak düşünülebilir. Kişi bir şeyi arzular, arzusu o şeyden kendisine geri yansır ve tekrar şeyi arzular ve bu süreç dairevi biçimde devam eder. Fakat sahici sonsuz bir arzu bu açıdan nesnelerle kurulamaz. Karşıda bir özne olmalıdır çünkü sahici bir geri dönüş için karşıdakinin arzusuyla birleşmeli ve ikisi bir daire oluşturmalıdır. 

Günümüzde tüketim mantığı, hayatımızın kılcal damarlarına kadar işlemiştir. Bütün bir sosyal düzen bizi ziyadesiyle tüketmeye teşvik etmek için var gücüyle çalışır. Günümüzün sloganı pekâlâ şu olabilir: Tüketiyorum öyleyse varım. Fakat tüketim mantığı, kötü sonsuza düşmüş arzuyu harekete geçirerek var olabildiği için genel olarak bireylerin hayatın diğer alanlara dair tavrını da etkileyecek bir etki yaratır. Bu mantığı içselleştirmiş birisi için dünya arzusu ve onun nesnelerinden ibarettir. Diğer özneler yoktur. Bu sebeple ilişki kurduğu insanlarla da böyle ilişki kurmaya başlar. İnsanları aldatmak sıradan bir fenomen haline gelir. Aynı yeni model telefon almak gibi. Nasıl ki tüketim mantığı dünyaya karşı sorumluluğu askıya almaya yol açıyorsa, insan ilişkilerinde de etik bir tutumu gereksiz kılar. Arzusu kötü sonsuza düşmüş insan kendi tavrını meşrulaştırmak için etiği askıya alır ve dünyadaki sadık insanlara “arzusunun peşinden koşmaya cesaret edemeyenler” olarak bakar. 

Not: Tolkien’nin Silmarillion kitabındaki Ungoliant karakteri arzusu kötü sonsuza düşmüş olanı anlamak için en iyi kurgu karakterlerden birisidir ama bu da başka yazının konusu olsun.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Koca Bir Saçmalık

Kendini Aldatan İnsan

Felsefeye Giriş Kitaplarına Dair