Filozofların/Felsefenin Terimlerinin Çevirisine Dair

 

Türkiye’de felsefeye olan ilginin, en azından yayın dünyasındaki gelişmeleri dikkate alarak ciddi bir artış gösterdiğini söyleyebilirim. Her ay hem telif hem de tercüme çok sayıda felsefeyle ilgili kitaplar yayınlanmaktır. Doğrudan felsefe alanına mahsus birçok yeni dergi çıkmakta ve bunlarda da telif ve tercüme çok sayıda makale yayınlanmaktadır. Bu ilgiye rağmen en büyük eksikliğin haklarında çok konuşulan, oldukça popüler olan birçok filozofun eserlerinin Türkçede kanonik tercümelerinin olmamasıdır. Bunun yanı sıra bir de Türkçede felsefe terimlerine dair hiperenflasyon vardır. Haliyle bu durumun yarattığı birçok güçlük ortaya çıkmaktadır.

Bu isimlerden birisinin de Schopenhauer olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de eğitimli hemen herkesin ismini duyduğu ve hakkında birkaç da olsa söyleyecek cümlesinin olduğu bu filozofun en önemli iki eseri “Die Welt als Wille und Vorstellung” ve “Ueber die vierfache Wurzel des Satzes vom zureichenden Grunde” ilk defa tam metin olarak 2020 yılında Türkçe yayınlandı. Abdullah Onur Aktaş tarafından “İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya” ve “Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine” adlarıyla çevrilen metinler Doğu Batı Yayınları tarafından basıldı. Metinlerin mütercimi olan A. Onur Aktaş’ın aynı zamanda doktorasını[1] Schopenhauer üzerine yapmış bir filozof olması, bu çevirilerin kanonik metinler olmasına dair umut verici bir gelişmedir.

Böyle bir çeviri faaliyeti her koşulda oldukça önemli bir hadisedir ve geniş bir analizi ve eleştiriyi gerektirmektedir. Türkiye’deki felsefe yayıncılığı alanında belki de en eksik olan şey ise ister çeviri isterse telif olsun, ortaya çıkan eserlerin eleştirel değerlendirilmelerinin neredeyse hiç yapılmamasıdır. Bu durumun birçok sonucu vardır. Fakat müellifler üzerindeki sonucu belki de en ağırıdır. Birçok Türkçe telif felsefe eseri vermiş filozof Teoman Duralı verdiği bir röportajda bu durumu şu sözlerle ifade etmektedir: “Hemen hemen bütün eserlerimi, bir kitabım hariç, Türkçe yazdım. Bunları [kitapları] gömseydim daha iyi olurdu. Hiçbir etkisi, hiçbir sonucu olmamıştır. Olacağı da yok.”[2]

Maalesef ben de burada böyle ayrıntılı ve ortaya konulan emeğe hakkını teslim edecek bir değerlendirme yapmayacağım. Sadece Onur Aktaş’ın mezkûr çevirilerine yazdığı “Çeviriye Dair” kısımlarından hareketle felsefe terimlerinin Türkçeleştirilmesi mevzusunu bir cihetiyle ele alacağım. Fikirlerimi ifade etmekte bu çevirileri daha doğrusu Onur Aktaş’ın çeviriye dair yazdığı metinleri dikkate almamın sebebi ise Onur Aktaş’ın yaptığı çevirideki terim tercihlerini gerekçelendirmesidir ki ben bunu felsefi terimlerin Türkçeleştirilmesi hakkında yürütülecek bir diyaloğa davet olarak addediyorum. İkinci olarak da formüle edeceğim sorunun çözümünde Onur Aktaş’ın fikirlerinin, birbirine karşıt olduğunu düşündüğüm iki taraftan birine oldukça uygun olmasıdır.

İlk olarak sorunu formüle edelim. Bir felsefe terimini çevirirken literal anlama mı sadık kalmalıyız, yoksa filozofun kastettiği şeye mi? Elbette bu soru “hem/hem de” diye cevaplanabilir ki çoğu zaman felsefeciler böyle yapmaya çalışıyor. Ortaya sahte bir ikilik atarak bir fikir yürütmeye çalışmıyorum. Bu sorunun yarattığı gerilim hem çeviri ve telif metinlere yansımakta hem de felsefecilerin yaptığı konuşmalar ve derslerde görünmektedir. Başka bir bölümde lisans okuyan bir öğrenci, üniversitede bir felsefe dersine misafir olarak girerse dediğim gerilime orada şahit olabilir. Misal bu öğrenci Platon veya Aristoteles üzerine yapılan bir derse giderse, ders dilinin Türkçe olmakla birlikte terimlerin büyük çoğunluğunun Grekçe olarak kullanıldığına şahit olabilir. Bazen bu durum metin üretilirken de karşımıza çıkar. Birçok felsefe metninde de gene birçok teriminin olduğu gibi muhafaza edildiğini görürüz (Logos, Eidos, İdea, Geist, Dasein vb.). Bu sorunun gittiği en radikal pozisyon felsefe metinlerinin çevrilemezliğini savunmaktır. Fakat bu pozisyona dair eleştiriyi bu metnin sınırlarının dışında bırakıyorum.

İlk olarak literal anlama sadık olmak ne demektir? Hepimizin ilkokulda öğrendiği bağlamda “gerçek anlam/mecaz alam” ayrımındaki gerçek anlama tekabül edecek bir biçimde kullanıyorum bu ifadeyi. Kaynak dildeki çeviriye konu olan terimin hedef dildeki ilk karşılığı veya gerçek/doğru anlamı diyebiliriz. Buradaki ilk karşılık bağıntısı elbette alanlara göre değişmektedir. Madem özel alanları da bu sınırın içine dahil ediyorsak bu sorunu çözemez miyiz? Yani kanonik bir felsefe sözlüğü bizim sorunumuzu çözemez mi? Maalesef çözemiyor. Çünkü felsefede belki de her büyük filozof başlı başına özel bir alan. Zaten bu sebepten genel felsefe sözlüklerinin yanında ve hatta onlardan daha fazla sayıda filozof sözlükleri telif ediliyor. Çünkü bir filozof her bir terimin anlamının değişeceği bir “anlam alanı” inşa etmiş oluyor.

 Bu durumda ikinci tutum yani filozofun kastını/niyetini tercüme etmek cazip gelebilir. Bir filozof kendi dilinde “A” terimiyle şunu kastediyor öyleyse biz de kendi dilimizde bunu “B” terimiyle karşılayalım diyebiliriz. Konuya aşina olanların aklına gelen sorun anlama ve yorumlama faaliyetinde “yazarın niyeti”dir.[3] Ben kendi konumla ilgili şunu sorun etmek istiyorum: Terimlerin hiperenflasyonu. Bu tutumun yaratacağı sorun kaynak dildeki bir terimin karşılığı olarak hedef dilde çok sayıda terimin önerilmesi ihtimalidir. Bu öneriler temel olarak da “yazarın niyeti budur” ibaresini alacağı için farklı grupların aynı filozof hakkında tamamen farklı terimlerle konuştuğu ve asgari bir diyaloğun daha dilin en temel katında yitirildiği bir duruma yol açacaktır. İkinci olarak da aynı dilde felsefe yapan filozoflar arasında süreklilik ve değişim çeviriler üzerinden tamamen görünmez hale gelecektir. Bunu aşağıda biraz daha açacağım.

Aristoteles’ten günümüze etkisini sürdüren “episteme” tasnifinin burada işimize yarayacağını düşünüyorum. Metafizik’te Aristoteles bilme faaliyetini “teorik, pratik ve poetik” olmak üzere üçe ayırıyordu ki bu üç alana sırasıyla tekabül eden “doğru, iyi ve güzel” olmak üzere üç de idea’dan bahsedebiliriz. Sorumuz şu: Çeviri hangi faaliyetin altına düşer ve haliyle hangi idea etrafında değerlendirilmelidir? Bir çeviri için “doğru-yanlış”, “iyi-kötü” ve “güzel-çirkin” terimlerinden hangileri değerlendirme için kullanılır? Bana göre üçü de kullanılabilir. Yani ben çeviri faaliyetinin “kendinde” bu alanlardan birinin içinde yer almadığını savunuyorum. Haliyle daha idealist bir bakış açısıyla, bizim ona yaklaşımımızın bunu belirlediğini savlıyorum. Yani biz çeviri yaparken, çevirinin hem doğru, hem iyi, hem de güzel olması için çabalayabiliriz veya bunlardan bir veya ikisini dikkate alarak da çeviri yapabiliriz veya çevirileri değerlendirebiliriz. Fakat farklı metin türlerinde farklı idealar ön plana çıkabilir. Ben felsefe eserlerinin ciddi bir kısmının poetik değerinin pratik ve teorik değerine nispetle yadsınabileceğini düşünüyorum ama elbette her zaman için değil. Ama felsefe eserleri söz konusu olduğunda sıklıkla doğru, iyi ve güzel arasında sırasıyla bir öncelik olması gerektiğini savunuyorum. Kant’ın hem Prolegomena hem Saf Aklın Eleştirisi kitaplarının önsözlerinde, kendisinin üslubuna yönelik eleştirilere verdiği cevaplar da bu cihetten yorumlanabilir.

Peki doğru ve iyi bir çeviriyi hedeflemek yukarıdaki sorunlara dair bir çözüm getirir mi? Onur Aktaş’ın Almanca iki terimin (Anschauung ve Wille) tercümesine (Algı ve İsteme) dair tercihleri üzerinde bunu ele almak istiyorum. İlk terimimiz Aktaş’ın Türkçeye “Algı” olarak çevirdiği Almanca “Anschauung”dur. Kant ve sonrasındaki Almanca felsefe literatüründe önemli olan bu terim, Aktaş’ın da belirttiği gibi Türkçeye daha önce “görü”, “sezgi” ve “temaşa” olarak çevrildi. Aktaş tercihini şöyle ifade ediyor: “Schopenhauer felsefesinde Anschauung, dolaysız deneyime işaret etmektedir ve buradan hareketle de “algı” olarak çevrilmelidir.”[4] Bu gerekçeyle yapılan çevirilerin enflasyona yol açabileceğini yukarıda zikretmiştim. Velev ki filozoflar bazında bu sorun çözüldü, misal olarak Aktaş’ın bu yorumuna bütün Schopenhauer okuyucuları ve çevirmenleri de ikna oldu. Haliyle Schopenhauer bazında sorun ortada kalktı. Fakat bu noktada ikinci bir sorun ortaya çıkacaktır. Aktaş’ın Anschauung’un yerine “algı” terimini kullanma tercihini, Alman felsefesi için hatta daha da spesifik olarak Kant ile Schopenhauer arasındaki Alman felsefesi için kullanmak mümkün mü? Aktaş’ın tavrını ilke haline getirirsek pek mümkün değil. Fichte uzmanları “sezgi” kelimesini kullanırken, Kant uzmanları ise “görü” terimini tercih edebilir ve kim bilir belki Schelling uzmanları da bambaşka bir terim tercih ederler ve Anschauung için elimizde filozof sayısı kadar terim olabilir. Böyle bir ayrışma, 10 farklı terimde daha yaşansa; bu filozofların yaptığı tartışmayı, birbirlerine referanslarını Türkçe çeviriler üzerinden anlamak imkânsız hale gelir. Öyleyse doğru çeviriye dair ilk ilkemizi ortaya koyalım: Bağdaşım (coherence). Felsefi bir terimi tercüme ederken kaynak dildeki diğer felsefi eserlerini de dikkate almak ve bağdaşır bir terimle karşılamak gerekir. Maalesef algı terimi, Schopenhauer için kullanılabilir olmakla birlikte diğer Alman filozofların eserlerindeki kullanımla bağdaşmaz.

            İkinci ilkemiz ise simetridir.[5] Mantık terimi olarak simetriyi şöyle tanımlayabiliriz: A’dan B’ye geçilebiliyorsa B’den de A’ya geçilebilir. Çeviri açısından bunun anlamı, kaynak dilden hedef dile aktarılan terim hedef dilden kaynak dile tekrar aktarılabilir olmalıdır. Yani kaynak dilden Anschauung terimini hedef dile “algı” olarak aktardığımızda simetri ilkesi gereği şu soruyu sormamız gerekir: “Algı” terimini Almancada hangi kelimeyle karşılarız? “Algı,” malum olduğu üzere “idrak” kelimesinin yerine kullanılmaktadır. Algı veya idrak Almanca’da Wahrnehmung kelimesiyle karşılanıyor.[6] Tamamen ilgisiz olmamakla birlikte burada simetri ilkesi tam çalışmıyor gibi. Hülasa, Aktaş’ın felsefe çevirilerinin doğruluğu için kullandığı “… ‘nın sisteminde karşılık geldiği” ilkesinin yerine öne sürdüğüm “bağdaşım” ve “simetri” ilkelerine göre Anschauung terimini algı olarak çevirmenin “yanlış” olduğunu ve görü veya sezgi terimlerinin doğru olduğunu savlıyorum.

            İkinci terim olan Wille, Aktaş tarafından “isteme” olarak çevrilmiş. “İsteme” tercihi, “algı”nın aksine hem bağdaşım hem de simetri ilkelerine uymakta olduğu için doğru bir çeviridir. Fakat iyi bir çeviri midir? Wille için sıklıkla kullanılan iki terim vardır: “İrade” ve “isteme”. Sanıyorum Aktaş’ın da iştirak edeceği gibi doğru çevirinin iyi çeviriye bir önceliği olduğunu düşünüyorum. Haliyle yanlış bir çeviri olarak kabul ettiğim “algı”nın iyi bir çeviri olup olmadığını ele almıyorum. Fakat “irade” kadar doğru bir çeviri olarak kabul ettiğim “isteme” üzerinden felsefi bir terimin iyi çevrilmesini de değinmek istiyorum.

            Anschauung teriminin “algı”nın yanı sıra “sezgi” ile karşılanmasının da doğru olduğunu düşünen Aktaş, zannediyorum iyi bir çeviri olmayacağı için “sezgi”yi tercih etmemiştir. “Bu da doğru bir çeviridir” diyen Aktaş, bunu tercih etmemesinin sebebi olarak şunu söylüyor: “fakat ‘sezgi’ kelimesi Türkçe’de biraz gizemli bir idrak türüne işaret edebildiği için kitapta yoğun olarak geçen Anschauung’un karşılığı olarak tercih etmedim.”[7] Aynı şekilde diğer çevirinin girişinde de “şaşırtıcı olabileceği” için tercih etmediğini belirtiyor.[8] Yani bu konuda Türkçe “sezgi” tercihinin daha kötü bir tercih olmasının sebebi okuyucunun metni yanlış anlamasına yol açabilecek olmasıdır. Wille yerine irade kullanımında ise (ki Aktaş’ın doğruluk ilkesine de uymuyor olabilir) daha büyük bir sorun görüyor. Ona göre Türkçe “irade kelimesi Schopenhauer ile işaret ettiği bütün anlamlarla çelişmektedir; zira irade kelimesi belirli bir bilinç imasını, belirli bir hedef imasını, belirli bir anlam imasını taşımakla birlikte aynı zamanda kendi dışında bir özneyi de vurgulamaktadır.”[9] Kısıtlı Schopenhauer bilgimle Aktaş’ın dediklerine katılıyorum. Schopenhauer, wille terimini kullanarak Türkçedeki “irade” kelimesinin içerdiği birçok anlamın karşıtı olacak fikirler sunmaktadır. Fakat yine de bir sorun var. Almanca wille kelimesi de Schopenhauer’un kullandığı anlamların aksini içermektedir. Aktaş’ın irade için söylediği şeylerin tamamı Almancada wille için de söylenebilir ve anadili Almanca olan birisi de Schopenhauer okurken yanlış ve hatta tam zıttı şeyler anlayabilir. Üstelik Schopenhauer da bunu düşünüp, farkı ortaya koymak için yeni bir terim türetebilirdi. Birçok çağdaş filozof böyle bir yola gitmiştir ve onların türettiği terimler de kendi dillerinde dahi eğreti durmaktadır.  

            İyi çeviride hedef, terim anlamını ortadan kaldırmadığı sürece çevrilen terimin kaynak dilin içinde yerine tekabül eden bir kelimeyle hedef dilde karşılanmasıdır. Wille terimi gerek şimdi gerekse Schopenhauer zamanında “irade”nin bizim dilimiz içindekine benzer bir konuma sahiptir Almancada. Misal Aktaş’ın verdiği örneklerden birisi olan halk iradesi Almanca Volkswille ile olarak ifade edilir. Benim kanaatime göre Schopenhauer tam da kendi dilinde wille kelimesinin sahip olduğu anlamları dönüştürmek istediği için, dilin olağan işleyişinden oldukça farklı, hatta karşıt bir anlamda bu terimi kullanıyor. Terimi “isteme” olarak çevirdiğimiz kendi dilinde yarattığı etki, imkânı olmasına rağmen Türkçeye taşınmıyor, çünkü teknik bir tabir olarak türetilen “isteme” ile günlük dildeki “irade” birlikte varolmaya devam ediyorlar. Yani afaki olmakla birlikte iddiam o ki, Schopenhauer Türkçe yazsa “irade” kelimesini kullanırdı, zira bu kelimenin sıradan anlamıyla düşünülen dünya görüşünü değiştirmek isterdi.

            Belki yazı biraz dağınık oldu ama muradımı aktardığımı düşünüyorum. Hem mezkûr iki çeviri için hem de çevirilere yazdığı ayrıntılı girişler için Onur Aktaş’a teşekkür ederim. Doğru, iyi ve güzel çevirilerin nasıl olması gerektiğine dair düşünme ve tartışma konusunda bu yazı ufak da olsa bir katkı olur diye umuyorum.



[1] Abdullah Onur Aktaş, Schopenhauer'ın Müzik Felsefesi ve Estetik Kavrayış Yoluyla Kişisel Dönüşümün Olasılığı, ODTÜ, 2013

[3] Burhanettin Tatar, Felsefi Hermenötik ve Yazarın Niyeti, İstanbul: Vadi Yayınları, 2018,

[4] A. Onur Aktaş, “Çeviriye Dair” s.31 içinde. Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, çev. A. Onur Aktaş, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2020

[5] Simetri ilkesinin çeviri için kullanılabileceğine dikkatimi çeken kişi hocam Selami Varlık’tır.

[6] Aktaş Anschauung için algı’yı kullandığı için Wahrnehmung için de algılayış terimini kullanıyor.

[7] A. Onur Aktaş, “Çeviriye Dair” s.31

[8] A. Onur Aktaş, “Çeviriye Dair” s.25, içinde Arthur Schopenhauer, Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü, çev. A. Onur Aktaş, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2021

[9] A. Onur Aktaş, “Çeviriye Dair” s.29 içinde. Arthur Schopenhauer, İsteme ve Tasavvur Olarak Dünya, çev. A. Onur Aktaş, Ankara: Doğu Batı Yayınları, 2020

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefeye Giriş Kitaplarına Dair

Soyut Evrensellik/Tümellik Talebi Olarak İslamcılık

Niçin Kitap Listesi Yapmamalıyız?