Soyut Evrensellik/Tümellik Talebi Olarak İslamcılık

Soyut Evrensellik/Tümellik Talebi Olarak İslamcılık[1]

Bir filozofun fikirlerini temellük etmek için anlama ve yorumlama faaliyetinde belli fikirleri ve temaları merkeze çekmek, oldukça farklı temellük imkanları sunabilir. Elbette temellük ile açıklama veya şerh etme arasındaki farkı unutmamak kaydıyla felsefe tarihinden hareketle fikir üretmek için temellük kaçınılmazdır. Bir temellük etme çabası değil de şerh olarak anlaşıldığı için oldukça sorun çıkaran Alexandre Kojève’in Hegel’in fikirleri hakkındaki yorumları mezkûr anlamda efendi-uşak diyalektiğini bütün bir Hegel külliyatının merkezine alarak yapılmıştır. Bence başka bir verimli yorumlama faaliyeti de soyut-somut diyalektiğini merkeze alarak yapılabilir ki günümüzde Slavoj Zizek’in Hegel yorumlarında bu tarz bir diyalektik önemli bir yer tutar. (Böyle bir yorumu dikkate aldığımızda Kim Soyut Düşünür yazısını Hegel külliyatına giriş için önerebiliriz) Soyut-somut diyalektiğinin bir tezahürü olarak göreceğimiz Hegel’in soyut ve somut evrensellik ayrımı, bilhassa Zizek’in bu ayrıma merkezi bir önem vermesinden ötürü günümüzde bilinen bir temadır. Tikelleri dışlamayan, daha doğrusu tikellerin dolayımıyla, onları aşarak/kaldırarak mümkün olan tümel/evrensel, somut iken, tikelleri aşarak/kaldırarak değil, onlardan bağımsız olarak varolmaya çabalayan veya varolduğunu iddia eden tümel/evrensel ise soyuttur.

             Mutlak evrensellik olarak değil de itibari anlamda kullandığımızda toplumlar kendileri nezdinde evrensel olabilirler. Örneğin A köylülüğü, A köyü içinde yaşayanlar için bir evrenselliktir. Reform hareketine kadar, Batı Avrupa’da Katoliklik somut evrensel dindi (ki Katolik kelimesi Grekçe evrensel/tümel demek olan katholikos’tan gelir). Evrenseldi, çünkü ilgili coğrafyada dini anlamda toplumsallığı belirleyen din Katoliklikti; dini olan her şey onun çatısı altındaydı. Somutluğu ise bu evrenselliğin tarihi olarak yani tikellerini aşa aşa oluşmuş olmasından kaynaklanmaktaydı. Fakat reform ile ortaya çıkmaya başlayan Protestan mezhepler, Katolikliğin evrenselliğini ortadan kaldırmıştır. Batı Avrupa’da reform öncesinde “Hıristiyanlık=Katoliklik” idi, fakat bu eşitlik reform sonrasında fiili olarak “Hıristiyanlık=Katoliklik + Protestanlık” olmuştur. Hülasa, Batı Avrupa için somut evrensel din olan Katoliklik, tikel din haline gelmiştir. Zizek bunu bir yerde kahve örneği üzerinde anlatır. Sade kahve eskiden somut evrensel kahveydi. Her türlü tikel kahvenin tümeli olarak sade kahve vardı. Ancak bir gün insanlar sütlü kahveyi icat ettiler ve “sade kahve = kahve” denklemi bozulmuş ve sade kahve tikel haline gelmiştir. Türkiye’de de benzer bir örnek Türk kahvesi için verilebilir. Eskiden kahve sipariş ettiğinizde Türk kahvesi gelirdi ki ona ayrıca bir sıfat vermeye gerek yoktu. Sadece “kahve” demek yeterliydi. Bugün bir kahveciye gittiğinizde, Türk kahvesi, menüde kahve cinsinin türlerinden sadece birisidir.

            Burada fark etmemiz gereken önemli bir ayrım, somut evrenselin tikelleşme imkânıdır. Soyut evrensel ise tikellere karşı aşkın bir evrensellik iddiasına sahip olduğu için hiçbir zaman tikelleşemez. O, ezeli ve ebedi olarak evrensel olduğunu savlar.

            Bir zamanlar hayatın belirlenmesi anlamında İslam dini, bu topraklarda somut evrenseldi. Fakat illaki tarih vermek gerekirse Islahat Fermanı’ndan (1856) itibaren bu somut evrensellik kırıldı. İslam dininin hâkim olmadığı, evrensel olarak kendi tikeli altında göremeyeceği bir alan ortaya çıkmaya başladı. Bu alan parça parça genişledi ve öyle ya da böyle, Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte İslam dininin hayat üzerindeki hakimiyeti net biçimde evrensel olma vasfını yitirdi. İşte bu sürece karşı siyaset oluşturma faaliyetine İslamcılık diyebiliriz. İsmail Kara’nın meşhur İslamcılık tanımının baş tarafına bakalım: “İslamcılık, XIX-XX. yüzyılda, İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, hukuk, eğitim ... ) ‘yeniden’ hayata hakim kılmak…” Bu tanımın baş tarafını kabul ettiğimizde yukarıdaki anlatıyla uyuşan bir manzara ortaya çıkıyor. Yeniden kelimesi bir zamanlar İslam dininin hayata hâkim olduğuna (evrensel olduğu) ama artık evrensel olmadığına delalet eder. Hayata hâkim kılmak ifadesi yukarıda anlatıların ışığında evrenselleşme talebi olarak okunabilir.

            Bu bağlamda Türkiye’nin %99’u Müslüman’dır” söylemi gerçekliğe uygun değildir. Yüzdesini belirlemek zor olsa da toplumun büyük bir kesiminin Müslüman olmadığını, daha büyük bir kesiminin ise Müslüman olmakla birlikte daha seküler bir hayat biçimini tercih ettiğini söyleyebiliriz. Toplumun mevcut durumunu dikkate aldığımızda, İslam dininin hayata hâkim kılınması, önceki dönemde olduğu gibi Müslüman olmayanların eşit yurttaşlık haklarını yitirmeleriyle ancak mümkündür. Eskiden de toplumda gayrimüslimler vardı, ne var ki onlar Müslümanların eşiti olarak değil, şeriatın izin verdiği ölçüler içinde zimmi statüsünde hayatlarına devam ediyorlardı.

            Bu cihetten baktığımızda İslamcılığın “İslamı bir bütün olarak ‘yeniden’ hayata hâkim kılmak” veya evrensellik talebi, somut evrensellik olarak nasıl mümkündür? Toplumun bir kesiminin eşit yurttaşlık haklarını kaybetmesi veya toplumun bu kesiminin toplumu terk etmesiyle olabilir. Yani İslamcılık, tikelleri aşarak/kaldırarak onları içeren somut bir evrenselleşme talebi değil, soyut bir evrenselin altına düşenleri muhafaza eden ve kalanları dışlayan bir evrenselleşme talebidir. Bu soyut evrensellik talebinin dışlayıcı tavrı, sadece İslam dininin dışında olanlar için değil, eskiden İslam dininin evrenselliği içinde kendisine yer bulan ve fakat İslamcılığın soyut evrenselliğine uymayan unsurlar için de geçerlidir. Bu sebeple soyut evrensellik talebi arttıkça daha doğrusu radikalleştikçe fıkhi olmaktan ziyade siyasi mülahazalarla Müslümanları tekfir etmek yaygınlaşmıştır. Gene bu bağlamda bazı İslamcıların, “Müslüman=İslamcı” denklemini kabul ettiğini de hatırlayabiliriz.

Özetle bir zamanlar somut evrensel olan İslam dininin, tarihsel süreçte adım adım evrenselliğini yitirmesi ve Islahat Fermanı’yla da bu gerçekliğin ilan ve itiraf edilmesinden sonra, soyut evrensel bir İslam dinini hayata hâkim kılma çabasına İslamcılık diyebiliriz.



[1] Elbette bu yazının kavramsal bir analiz olduğunu, toplumsal konuları anlama ve yorumlamada bu tarz kavramsal analizlerin faydalı olduğunu ama her kavramsal analizin, eğer kavramlar tarihine dayanmıyorsa ele aldığı kavramın tarihi gerçekliğine dar veya geniş gelme olasılığının yüksek olduğunu unutmamak gerekir. Fakat bütün eksikliğine rağmen bu tarz analizlerin, en başta daha sağlıklı analizler için gerekli olan kavramlar tarihine öncülük ettiğini unutmamak gerekir. Bu meseleyi daha iyi anlamak için analojik olarak “teorinin gözleme önceliği” ilkesine bakılabilir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefeye Giriş Kitaplarına Dair

Niçin Kitap Listesi Yapmamalıyız?