Felsefe Tarihini Materyalist Okumak

 

Felsefe Tarihini Materyalist Okumak[1]

Felsefe tarihine dair çalışmalarda genel olarak dünyada ama bilhassa Türkiye’de “idealist” bir yaklaşım hakimdir. Bu yazıdaki idealist ve materyalist karşıtlığı basitçe düşünce tarihini yazarken “düşünceden düşünceye gitmek” ile “dünyadan düşünceye gitmek” karşıtlığı olarak ele alınabilir. Biz felsefe tarihi yazanlar maddi dünyadan neredeyse tamamen bağımsız bir düşünce dünya kurarlar veya zaten kurulmuş olan bu tam bağımsız düşünce dünyasında, düşüncelerin birbirini nasıl etkilediğini, nasıl ortaya çıktığı vb. şeyler titizlikle ele alırlar. Bunun birkaç istisnası vardır. Örneğin konu ne zaman Gazali’nin Tehâfütü'l-Felâsife adlı eserine gelse konuşanların, yazanların aklına Büyük Selçuklu Devleti ve o dönemde yaşanan iç karışıklıklar gelir. Bu sonra tekrar unutulur.

            Materyalist anlayışı tanımlamak için Marx’a başvurabiliriz.  "Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak, toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır… İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir: tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.'' Aslında oldukça basit ve net değil mi? Marx da öyle düşünüyor: “Bu fikir o kadar yalındır ki, kafası idealist önyargılarla doldurulmamış herhangi bir kimse için apaçık bir şeydir.”

            Bu apaçık olma durumunun klasik mantık okuyan, geleneksel usullerle yetişen herkesin de önünde durduğunu ama ilginç bir şekilde göz ardı edildiğini savlıyorum. "Gerçek şudur ki, her yazar kendi seleflerini yaratır." der ya Borges, aynı şekilde her büyük fikir ve her filozof da kendi seleflerini yaratır. Biz de Marx’tan hareketle varlık mertebelerine dönüp baktığımızda materyalist bir damarı görebiliriz. İlk olarak Aristoteles’te bir paragraf olarak gördüğümüz varlığın hariçte, zihinde, dilde ve yazıda olmak üzere hiyerarşik biçimde dörde bölünmesi İslam Düşünce tarihinde oldukça ayrıntılı biçimde olmuş ve ciddi bir literatür oluşmuştur.

            Şimdi burada bizi ilgilendiren kategoriler hariçte ve zihni varlık. İkisi arasındaki ilişkiyi uzun uzun ele almadan ve tartışmadan işaret edelim. Hariçte varlık dünyaya, zihni varlık ise düşünce dünyasına delalet ediyor. Şimdi bu klasik tasnifte hareketle iki şeyi söyleyebiliriz. İlk olarak dünyanın düşünceye önceliği vardır ve düşünce esasında dünyanın düşüncesidir. İkinci olarak ise zihni varlık alanı özerk olmakla birlikte bağımsız değildir. Öyleyse düşünce tarihi zihni varlığın bağımsız hareketi olarak mı ele alınmalı yoksa hariçte varlıkla ilişkisiyle mi ele alınmalı?



[1] Bu yazı, daha geniş bir yazının taslağıdır. Belki bir tartışma yaratır veya bir itiraz gelir diye taslak hali paylaşılmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Felsefeye Giriş Kitaplarına Dair

Soyut Evrensellik/Tümellik Talebi Olarak İslamcılık

Niçin Kitap Listesi Yapmamalıyız?