Alfabe Değişikliği ve Dil Devrimi
Alfabe Değişikliği ve Dil Devrimi
Türkiye’de siyasi manevra alanı olduğu için sürekli hakkında konuşulan ama konuşulduğu oranda da etrafı iyice sislerle kaplanan konular vardır. Tartışma alanlarında sisler o kadar yoğundur ki çoğu zaman insanlar havayı yumruklar. Bu boş yumruklar sisi daha da kalınlaştırır ve ortada ne konuşulduğu veya ne tartışıldığı bile önemini kaybeder. Anlamlı konuşmak ve tartışmak için ilk başta konuştuğumuz terimlerin ne anlama geldiğini ve olguları tespit etmeli ondan sonra bunlara dair kanaatler öne sürmeliyiz ki kör dövüşü yapmayalım. Siyasal hayatımızda bu minvalde bir kör dövüşünün süre gittiği, bilhassa sık sık tartışma haline gelse de tartışanların argümanlarını öne sürerken aynı zeminde konuşmadığı konuların başında gelen ve birbirinden ayrılması gereken iki önemli mesele vardır: Alfabe Değişikliği ve Dil Değişikliği.
İlk olarak 1 Kasım 1928 yılında yürürlüğe giren alfabe değişikliği ile başlayalım. Diller tarihi ve toplumsal varlıklar olarak fonetik açıdan birbirlerinden farklıdırlar. Bir dilde var olan ses başka dilde olmayabilir. Bir dilin ana sesleri vardır. Bir nevi o dilin atom sesleri diyebiliriz ki bunlara sesbirim (phoneme) denir. Bir dil için ideal bir alfabe bu seslerin her biri için ayrı bir işaretin olduğu sembolik bir sistemdir. Bir de ara sesler diyebileceğimiz sesbirimcikler (allophone) vardır. Bunlar ise nüanslar olup alfabede olması iktiza etmez. Örneğin şu an alfabemizdeki “ğ” zannediyorum bir sesbirim değildir.
Bu bağlamda, öncelikle 1928 yılından önce kullanılan Arap Alfabesi bu açıdan Türkçe için yetersiz denilebilir. Çünkü bu alfabe Türkçedeki bütün sesbirimlerin her biri için bir işaret barındıran bir yapıda değildi. Ama aynı zamanda bu durum Arap Alfabesinin Türkçe fonetik için yeterli hale getirilemeyeceği anlamına gelmemektedir. Pekâlâ bütün alfabeler, gerekli ekleme ve çıkartmalarla herhangi bir dilin fonetiğine uygun hale getirilebilir. Bu, Arap Alfabesi için de yapılabilirdi, fakat yapılmadı. Onun yerine Latin Alfabesi, Türkçeye uygun hale getirildi. Latin Alfabesi yerine Grek veya Kiril alfabeleri de kullanılabilirdi. Demek ki alfabe değişikliği dilbilim açısından zorunlu bir tercih değildi. Ama itiraz edenlerin iddia ettiği gibi öncesinde kullanılan alfabe de olduğu haliyle Türkçe için tam anlamıyla uygun değildi.
Gelelim dil değişikliği meselesine. Dünyada diğer kavimlerle etkileşime girip de onların dillerinden etkilemeyen almayan bir dil düşünmek oldukça gariptir. Nasıl ki toplumlar temas ettiği vakit birbirlerini kültürel olarak etkiler, kültürün bir parçası olarak dil de bundan nasibini alır. Bir dilin başka dillerden kelimeler alıp onu kendi dilinin parçası haline getirmesi, o dil için bir tehdit değildir. Buna en güzel örnek İngilizcedir. Kökeni itibariyle Cermenik bir dil olan İngilizcenin kelime haznesinin, kimilerine göre %50’den fazlası kimilerine göre ise %70’den fazlası Latin kökenlidir. Bu oranlara bakılarak kimse İngilizce için öldü, bitti demez. Buna mukabil bir dili nispeten tehdit eden unsurlar esasen gramatik unsurlardır. Bizim dil tartışmalarının başlangıcı da aslında buna dayanır. Başlangıçta bu tartışmalar dilin sadeleştirilmesi sorununu ele almıştır. Meselenin bu şekilde tartışılması gayet makuldür.
Günümüzde Osmanlı Türkçesi derslerinde öğrencilerin, Arapça ve Farsça gramatik unsurları öğrenmeleri gerekir. Bu, bir dil için gariptir zira dillerin kendi gramatik yapıları büyük oranda kendileri için yeterlidir. Bu bakımdan başka bir dilden gramatik unsur almak için ciddi bir sebep olması gerekir. Fakat eski Türkçede bir gerek olmaksızın birçok gramatik unsur başka dillerden alınarak kullanılmıştır. Bu duruma verilebilecek en klasik örnek Arapça çoğul ekinin Arapçadan alınan kelimeyle beraber Türkçeye alınmasıdır. Türkçenin kendi çoğul ekleri vardır ve herhangi bir dilden kelime aldığında onu kendi kurallarına göre çoğul yapabilir. Arapçadan alınan “zabit” kelimesini çoğul hale getirmek Türkçe “-ler” eki yerine Arapça çoğul eki “-an”ın alınarak “zabitan” şeklinde kullanılması buna örnektir.
İşte bu örnekteki gibi gramatik unsurların dilde kullanımından vazgeçmek dilin sadeleşmesidir. Yani elzem veya istisnai bir durum olmadıkça yabancı bir gramer unsurunun dilde kullanılmamasıdır. Dilde tasfiye veya dil devrimi ise zaten Türkçeleşmiş kelimelerin atılıp yerine köken itibariyle Türkçe olan bazı kelimelerin türetilmesi demektir. Dilin sadeleştirilmesi dilbilim açısından faydalı ve gerekli bir şeydir. Fakat dilin sadeleştirilmesinden farklı olarak dilde tasfiye ise bir tercih meselesidir ve gönderim açısından olmasa da anlam bakımından dile ciddi zarar verir.
Hülasa bu bağlamda dilbilim açısından, alfabe tadilatı gerekli olsa da aynı gerekliliğin alfabe değişikliği konusunda olduğu söylenemeyeceğinden bu bir tercih meselesiydi. Ve yine aynı şekilde dilde sadeleşme gerekli olsa da ama dilde tasfiye de alfabe değişikliği bir tercih meselesiydi. Dolasıyla bu konuları tartışırken bu ayrımları göz önünde bulundurmak faydalı olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder